düşler arasında ara

5 Şubat 2021 Cuma

Korkuyorum

Küçüktüm, korkularım vardı beni aşan, geceleri kabusum olan. Peşimden beni takip eden adımlar vardı. Büyümekti tek isteğim korkularımdan kaçmak için. Büyüdüm. Büyüdükçe çoğaldı korkularım. Mahallemizdeki yaşlıların eski çeyiz sandıklarının kokuları kovaladı beni bazen. Naftalin ve çürümüş tahta kokuları süsledi çocukluk rüyalarımı. Ailece yapılan piknik ziyafetleri, ormandaki ağaçlarla ve toprakla bütünleşmiş hissi verirdi içime. Toprak demek ise ayrı bir korku idi yüreğime. Böcekleri sevebilirdim çığlık atmadan onlardan tırsmadan, ama sevdirmediler ki. Güzellikleri sevmeyi öğrendik, çirkinlikler ise korkularımız oldu.

Güzelliklerle yaşamayı hedefledik, çirkinler karşımıza çıkınca yıkım oldu. Alıştırılmadık ki hayatın sürprizlerine. Çocukluğumuz da, iyi bir eş olmayı örnek aldık balarımızdan, dedelerimizden. Kimse bize sormadı. Ergenliğimiz de, aşklarımız için rekabet etmeyi öğrendik. Diş telleriyle konuşmayı başaramaz iken, aşk şiirleri ezberledik. Annelerimiz çamaşır yıkar iken izleyip, onların öğütlerini dinledik. Temiz çamaşırlar yıkamayı hedefledik. Her yeni yılda yeni ümitler yeşerttik. Noel baba masallarıyla huzur bulduk küçük dünyamızda. Her şey masaldı ve her şey toz pembe. Ama korkularımız hep vardı. Bazen kaçıp kurtulmak istedik her şeyden herkesten. İntiharı, ölmeyi kaçımız hiç düşünmedi ki? Çaresiz anlarımızda hep tanrıya dua etmedik mi? Mutlu anlarımızda, çoğu zaman aklımızda bile olmayan tanrıya. Güzellikleri o kadar sindirmiştik ki yüreğimize, yüzümüzde çıkan bir sivilceler bile yıkar oldu moralimizi. Hep bahane değil miydi sigaraya başlamak için ilk ayrılıklar veya acı kayıplar, bazen de sözüm ona arkadaşlar. Bütün sözlerin anlamları bir. Aklımıza gelenleri kaçımız söyleyebildi gerektiği an karşısındakine? Korkularımız, kaçımızın ahı yoktur ki içinde? Keşkelerimiz aldığımız nefeslerin sayısını geçer oldu. Hepimiz istedik okuduğumuz kitaplardaki kahramanlar olmayı, bütünletik her sayfada her satırda yaşantımızın parçası kişiliğimizin kaynağı oldular belki. İçimize gömdüğümüz sevdalarımız oldu, ardından ağladığımız.

Bir daha asla olmasın dediğimiz sevdalarımız, her başlayışta korkuyla perçinlediğimiz.

Başını ve sonunu her zaman bildiğimiz korkularımız. Yasak sevdalara kapıldık istemeden sürüklendik derinliklerine, sakladık içimizde. Adam mı evliydi kadın mı. Bize demişlerdi ki evliler sevemez. İlk heyecanla bastırdık içimizde aşkı sevemezdik sevmemeliydik evlenince korktuk ya seversek? Yaşımız ilerledi, yaşadık tüm korkuları sevdaları yalanları. Ama bitmedi ki, ya ölüm korkusu hangi yiğidin yüreğinde yok ki? Bunca mücadele, bunca hedef, bunca heves, bunca isyan, karışık oyunlar, çelişkiler boşanımmıydı? Şanslıysan bir eser bırakırsın senden sonra ama, kaç kuşak seni hatırlar. Şansın daha da fazlaysa, tarihe kazırsın adını özel günlerde anılırsın ama, ne fayda. Sen korkularına yenik düştüğün anda ölüm peşindeydi her yerde saçının her beyaz telinde. Yaşlılık korkusu, hastalıklar, cinselliğimizi bile perçinlemedik mi korkularımıza yenik düşüp. Neydi faydası şu kısacık dünyada. Bize böyle öğrettiler, ama onların suçu muydu ki? Bize öğretenlerede böyle öğretmişlerdi. Hep korkularla yaşamayı, kelle koltukta gezip anlamları yitirmeyi. Küçük bir çocuktum hatırlıyorum da, korkularım naftalin kokusundaydı renkleri ise çürümüş tahta.. Küçücüktüm ama büyüdüm, ve hala KORKUYORUM... 26.04.2004

3 Ekim 2016 Pazartesi

Extroverted Sensing Thinking Perceiving


Sonuç: Extroverted Sensing Thinking Perceiving

Extroverted Sensing Thinking Perceiving (ESTP)  kişilik tiplerinin, kendi yakın çevreleri üzerinde her zaman bir etkileri vardır ve bir partide onları bulmak için, onlar bir gruptan ötekine geçerken, etraflarında uçuşup dönen insan girdabına bakmanız en iyi yöntemdir. Kahkahalar atıp, etraftakileri lafını esirgemeyen, somut bir espri yeteneği ile eğlendiren ESTP kişilikleri, ilginin merkezinde olmaya bayılırlar. Eğer izleyiciler arasından birisinin sahneye çıkması istenirse, ESTPler ya gönüllü olurlar ya da utangaç bir arkadaşlarının gönüllü olmalarını sağlarlar.
Teori, soyut konseptler ve küresel konulara ilişkin zahmetli tartışmalar ile bunların sonuçları, ESTPlerin dikkatini uzun süre çekmez. ESTPler, iyi bir zekâ seviyesi ile sohbetlerini enerjik tutarlar, ama konuşmaktan hoşlandıkları şey eğer halen gerçekleşmediyse dışarıya çıkıp onu yapmaktır. ESTPler bakmadan önce sıçrarlar, gitmeden önce hatalarını telafi ederler, boş boş oturmaktansa acil durum ya da kaçış şartları hazırlarlar.

HAREKETİ AKSİYON İLE HİÇBİR ZAMAN KARIŞTIRMA

ESTPler riski davranışlardan bir hayat tarzı yaratmak konusundaki en muhtemelen kişilik tipidir. Anı yaşarlar ve aksiyona dalarlar ve fırtınanın tam ortası olurlar. ESTP kişilik tipinde olan insanlar trajedi, tutku ve tatminden duygusal heyecan için değil, bunlar, onların mantıki düşünce sistemlerini harekete geçirdiği için hoşlanırlar. Hızlı ateş mantık uyarıcısı yanıt sürecinde, kati ve ani gerçekler üzerinden kritik kararlar almaya zorlanırlar.
Bu, okul ve diğer yüksek organize çevreleri ESTPler için bir meydan okuma haline getirir. Bu, akıllı olmadıkları için değildir ve iyi bir performans da gösterebilirler, ama resmi eğitimin güdümlü ders veren yaklaşımı, ESTPlerin hoşlanabileceği pratik eğitimden çok uzaktır. Bu süreci son için gerekli bir adım olarak görmek büyük bir olgunluk çabası gerektirir ve bu, daha heyecan veren seçenekler yaratır.
ESTPler için bir başka meydan okuma ise başkalarının ahlaki pusulalarından ziyade kendi pusulalarını kullanmaktır. Kurallar çiğnenmek için konulmuştur. Bu, çok az lise öğretmeninin ya da orta düzey şirket yöneticisinin paylaşabileceği bir duyarlılıktır ve ESTP kişiliklerine kesin bir nam kazandırır. Ama eğer bela çıkarıcı taraflarını azaltır, enerjilerini dizginler ve ilgilerini sıkıcı mevzular boyunca kaydırırlarsa, ESTPler hafife alınmaması gereken kişilerdir.

BİRÇOK İNSAN YETERİ KADAR İYİ DİNLEMEZ

Sezgileri en kuvvetli, herhangi bir tipin filtresiz görümü ile belki ESTPlerin küçük değişiklikleri fark etmek konusunda nadir bir kabiliyetleri vardır. İster yüz ifadesinde bir değişiklik, ister yeni bir kıyafet stili isterse de terk edilmiş bir alışkanlık olsun, bu kişilik tipindeki insanlar, diğer kişilik tipindeki insanların eğer fark ederlerse şanslı sayılabilecekleri gizli düşünceleri ve güdüleri hemen fark ederler. Bu gözlemleri hemen kullanan ESTPler, sorular sorup, değişimi genelde hassasiyeti fazla önemsemeden devreye sokarlar.
Bazen ESTPlerin ani gözlemleri ve aksiyonları, bazı şirket ortamlarında ve özellikle acil durumlarda çok da gerekli değildir.
Eğer ESTPLer dikkatli değillerse, onlar da ana yakalanabilirler, bazı şeyleri çok ileri götürürler ve daha hassas insanlara karşı sorumsuz hareket ederler veya kendi sağlık ve güvenlikleri için gerekli önlemleri almayı unuturlar. Nüfusun sadece yüzde 4’ünü oluşturan ESTPlerden dışarıda, bazı şeyleri daha hoş ve rekabetçi getirmek için ve sistem riskine sebep olmak için yeteri kadar bulunur.
ESTPler tutku ve enerji doludurlar ve mantıklı, bazen de dikkat dağıtıcı, bir akılla övülürler. İlham veren, ikna eden ve renkli ESTPler doğal grup liderleridirler, çok fazla dolanmadan herkesi yola çekerler ve gittikleri her yere yaşam ve heyecan getirirler. ESTPlerin gerçek zorluluğu bu nitelikleri yapıcı ve ödüllendirici bir sona ulaştırmaktır.

3 Mayıs 2016 Salı

Part Time iş Yaparak Kardeş Edinme Şansıma...

Part Time Çalışmaya Çalışmaca...



10 yıl aradan sonra part time iş çalışmaları yapmaya başladım. Küresel çöküş veya ülkenin içerisinde bulunduğu istikrarsızlığın bire bir yönlendirmesi neticesinde bir kaç part time kongrede buldum kendimi. Gördüklerim tabloyu birebir gözler önüne serse de gene de kazançlı çıktığımı düşünüyorum bu işlerden. İlk işi Levente bulunan Wyndham otelde yaptık. Sonraki işi Çeşme Shareton otelde olan FTR (Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon) Kongresinde. Çeşmeye gitmeden önce benden çalışacak arkadaşlarımın olup olmadığı bilgisi isteyen firmaya 3 arkadaşımın (Yağız, Halim ve Batuhan) daha olduğunu belirttim ve onlarla birlikte bu yolculuğa çıkmaya karar verdik. Aksilikler peşimizi bırakmasa da başarılı sonuçları olan bir işi geride bıraktığımızı düşünüyorum. İş kısmını çok önemsemeden. Yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat kısmına geçmek istiyorum... 



Çeşmeye Yolculuk...

Adnan Menderes Hava Alanına  vardığımızda bizi bir hava alanı transfer aracı karşıladı ve firmadan çeşmeye gitmeden Urladan bir arkadaşın (Ümit) daha alınacağı bilgisi verildi. Bizde öncelikle Urladaki arkadaşı alarak çeşmeye yola çıktık. Bu arkadaş giyimine özen gösteren bakımlı genç bir delikanlıydı. Henüz transfer aracındayken Yağızın uçağa ilk kez binişiyle yaşadığı korku ile dalga geçerken onun bile duruma adapte olup eğlendiğini gördüğümde tamam dedim ekip başarılı oldu. Otele yerleştikten sonra 2 ve 3 kişilik odalara yerleştik. Oda seçiminde biraz hile yaparak Yağız ile aynı odayı seçtim, Halim,Batu ve Ümitte aynı odada kalmak durumunda kaldılar. 4 gün 5 gece süren iş boyunca ekip birbirine destek olarak ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Organizasyonsuz bir firmada iş yapmanın zorluğunu yaşarken biz birbirimize destek olarak başarılı bir iş çıkarıyorduk. Dönüş planı yapılırken firmanın otobüs yolculuğu ile plan yaptığı bilgisi tarafıma çok geç ulaşmıştı. Biz ise 2 motosiklet ile Sabiha Gökçen Hava Limanına gidip oradan uçağa binmiştik. Neticesinde otobüs Haremde indirse Kurtköy uzak kalacaktı. Esenler fikri ise hiç aklımın ucundan dahi geçmemişti. Firma organizasyonsuzluğunun bedelini bize çıkarmaya çalışırken benim bir acil eylem planı yapmam gerekiyordu çünkü ertesi gün işin son günüydü ve herkes evine dönecekti. Ümit izmirli olduğu için onun fikirlerini almayı tercih ettim öncelikle. Ümitin bir arkadaşı Karşıyakada kalıyor, evinde bir kaç koltuk veya çekyat bulunuyordu geceyi orada geçirebileceğimizi söylemişti Ümit.(Sağolsun) Bende firma ile derin münakaşalar neticesinde otobüs biletini uçak biletine fark ödemesi yaparak değiştirmeyi kabul ettirebilmiştim. Neticesinde ekip oldukça gergin ve yorgundu. Bize pazar akşamı konaklayacak yer gerekiyordu ve ertesi gün İstanbula dönecektik. Servise binene kadar gergin ortam devam etti hatta firmanın yetkililerinin yemeğin üzerine yatması veya yapılan iş ile ilgili herhangi bir arama yapmaması bile ekibi yeterince kızdırmıştı. Ben firma kısmını İstanbulda halledebilmek adına konuyu kapatmıştım çoktan. Ekip ile pazar akşamı servise bindik ve karşıyakaya yolculuğumuz devam ediyordu. En azından son ana kadar biz öyle bekliyorduk. Urlaya yaklaşırken Ümit "Abi isterseniz Urlada kalalım Annanemin evinde kalabiliriz hem daha rahat olur." dedi ve apar topar kendimizi Urla'da bulduk. 


Urladan Sevgiler...

Batunun uyuduğunu geç fark ettik ama apar topar servisten inebilen Batunun "Abi biz neden Çorluya geldik?" diye sorması tüm yorgunluğumuzu almıştı. Ekip Ümitin annanesinin evine doğru yol aldı ve öncelikle çantaları eve bırakıp hemen Urlayı gezmeye başladık. Bizim şansımıza Urlada Enginar Festivali vardı ve son günü dahi olsa görülmeye değerdi. Ümit bize bir tur rehberi edasıyla Urlayı gezdirdi. O an hissettiklerim bir film karesinden kesit gibiydi. Urlada kurulan festival alanı öylesine hoş ve doğaldı ki. İnsanların yüzlerindeki gülümseme bile İstanbuldan bir an olsun uzak olmanın iyi geldiğini gösterdi bize. eee nede olsa İzmir insanı sıcak kanlı oluyor... Dolaşırken Ümit bize tarihi bir taş fırını gösterdi eh tabi biz de o fırının ekmeğini tatmadan yapamazdık. tam 3 ekmek alarak yolumuza devam ettik. Fırın tarafından dilimlenen ekmeğin bir tanesi tadalım derken Yağız tarafından yenmişti bile :) Urla belediyesi katılımcılardan çok bir bedel almıyordu ama gene de iş yapabilen de vardı yapamayan da... el emeği göz nuru bir takım incik boncuk çalışması yapanlar, vazoları kendi elleriyle boyayıp satanlar, kitap satıp gelirini sokak hayvanlarına bağışlayanlar, canlı müzik grubu ve gönlünce eğlenmek için Urlaya gelmiş yerli yabancı pek çok insan vardı o gün. Bende çam sakızı çoban armağanı bir şeyler eşime alarak devam ettim gezmeye. İnsanlar merhabalaşmayı hala sürdürüyorlar... Güler yüzlü iyi niyetli olduklarını hissedebiliyorsunuz. İzmir insanı elbette bir başkaydı... Biraz turlayıp yorgunluğumuzu atabilelim diye çok gecikmeden evde aldık soluğu. 




Ümitin annanesi ziyaret etti bizi ve onun hoş sohbetinin tadına doyamadık. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ten ve silah arkadaşlarından söz etti. Annane Batmanlı ve 43 yıldır Urlada yaşıyordu. Bize babası ve amcalarının Mustafa Kemalin süvarileri olduğundan söz etti. O dönemin yaşanılanlarından birer kesit aktararak bizi başbaşa bıraktı. (Teşekkürler annanecim, sizin gibi insanlar ve yetiştirdiği nesiller devam ettiği sürece Atatürk Cumhuriyeti ebedi olacaktır... ) Bir ara Annane eskileri anlatırken Yağızın oturduğu yerde uyuduğunu fark etti... Tabi hepimiz güldük... Yorgunluk ve uykusuzluktan derbeder olan Yağız olduğu yere yığılmıştı... Ümit akşam yemeğini hazırlarken Yağızı yatması gerektiğine zor da olsa ikna ettik... Midesini 1 Urla esmer ekmeği ile bastıran Yağız mışıl mışıl uyumuştu... Ümit Batu ve Halimle akşam yemeğini yiyerek dinlenmeye çekildik artık... Bir yandan işin kritiklerini yapıyorduk diğer yandan da ertesi gün planı... 
Unutmadan eklemem gerekiyor Ümitin teyzesi normalde o evde yaşıyordu ama Ananesi ve Teyzesi biz geleceğiz diye Ümitin Annesinin evine geçti, onlara da verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz. 





Evin küçük prensi Pikachu dan söz etmeden geçemeyeceğim... Pika bir iran kedisiydi... düz suratı ve yaşlı gözleri ile önce hepimizi tek tek kokladı... Traşlanmış tüyleri ve kuyruğunun ucundaki fazladan tüy onun imajıydı...  Pika çok eğlenceli ve komik bir kediydi... Tabiatı gereği burnundan ileri doğru verdiği hava ve ara sıra çıkardığı seslere alışmak çok kısa sürmüyor fakat alışınca bırakamıyorsunuz... Şapşal pika ile birlikte uyuduk o akşam... Sağolsun evimden çok uzaktaymışım gibi gelmedi bana çünkü çok fazla Çöreğe benziyordu...  Kafana pati vurup yorganı aç demesi veya oynarken totosunu yere koyması bile aynı Çörekti benim için... Yazıyı çok uzatıp baymak istemiyorum ama bir noktanın altını çizmem gerekiyor... 






Ümite Özel...

3-5 gün tanıdığı 4 kişiyi evine davet ederek misafirperverliğin hala devam ettiğini bize gösteren Ümit ve saygıdeğer ailesine çok teşekkür ederiz. Hatta aramızda bu yabancı bizi evine götürüyor ve böbreklerimizi alacak geyiğini bile yapmıştık... Çünkü bizler İstanbulun o güvenilmez ortamından gitmiştik İzmire... Ama bir o kadar bize güvenen Ümit bizim bu part time macerasındaki kazancımız, kardeşimiz oldu... İyi ki dediğimiz pek çok değer kavramını farkında olmadan bize hatırlatan Ümite özel teşekkürlerimize iletiyoruz... Umarım hayat sana dilediğin geleceği verir değerli kardeşim... Bahtın açık olsun... Sevgilerimle... 

Hakko 03.05.2016 Salı 15:40







26 Nisan 2016 Salı

Çocuk sahibi mi olmak istiyorsunuz, bir daha düşünün!

Çocuklarınız küçükken, onlar sizin ilginizi çekmek için can atıyorlar. Onlar büyüdüğünde ise siz onların ilgisini çekmek için can atacaksınız.

Onlar daha küçükken onları umursamazsanız, oyuncaklarını alıp size getirdiklerinde "Git odanda oyna benim biraz işim var!", "Maç izliyorum, lütfen onu alıp odanda oynar mısın?", "Stresli bir gün geçirdim, biraz dinlenmeliyim şu anda onunla ilgilenemem odanda oynar mısın?" Eğer çocuklarınıza birer engelmiş gibi davranırsanız, sizin göreviniz sadece çalışmak ve eve geldiğinizde dinlenmek diyorsanız yanılıyorsunuz.

Eve geldiniz ve ve asıl göreviniz başladı! Asıl göreviniz aileniz ile ilgilenmek! Çalışıyor olmanız evinizde olan asil görevinizi yerine getirmeniz için engel teşkil etmiyor. Bir çocuk dünyaya getirirken sorumluklarını iyi düşünerek ve yeterli hazırlığı yaparak dünyaya getirseniz iyi edersiniz... Eğer bilinçli bir toplum yetiştirmek istiyorsanız, lütfen biraz çaba gösteriniz... Teşekkürler. 26 Nisan 2016 Salı 09:48

10 Haziran 2015 Çarşamba

posner schlossman syndrome / poşnır şıloşman sendromu

hiç çocuksu bir yaşamım olmadı benim... hiç çocuk gibi eğlenip gülüp umarsız davranamadım... aman yaa boş ver diyemedim bir türlü... hiç fırsatım olmadı umarsızlık yapmaya... bir şekilde dışa vurum olarak deli dolu umarsız görünsem bile hiç içim öyle olamadı... görüntüde gamsız kedersiz yaşlanmayan adamı oynamayı iyi başardım bu zamana kadar... şimdilerde ben ne kadar iyiyim hoşum modunda da olsam, ne kadar güçlü de dursam bir şekilde benim yalanımı ortaya çıkaran bedenim olmaya başladı... ya egzama dolayısı ile ağzım yüzüm pul pul döküldü yada yara bere içinde kaldı ellerim... gene de bu süreci bile normal var saydım hayatıma hoş geldin dedim bu stres hastalığına bile... şimdilerde ise gene aynı (stres) kaynaklı "posner schlossman syndrome" hastası oldum... Genellikle 20-50 yaş aralığında erkeklerde sık görüldüğü söylenir ve tekrarlama olasılığı yüksektir... Genellikle tek göze vurarak göz basıncının 40-60 gibi değerlere fırlayarak göz tansiyonunu tetikliyor ve görme kaybından bulanık görmeye yada ağrıya kadar etkiler bırakıyor insanda... İleri seviyesinde sinir hücrelerine zarar vererek ileri serviyede görme kaybına kadar gidebiliyor... sebebi ziyareti ise demiş olduğum gibi stres... stressiz hayat olmadığından hayatıma giren ikinci aynı sebep hastalığına da merhaba demek durumunda kaldım... bakalım ilerisi ne olacak sabırsızlıkla beklemeye devam ediyorum...  öte yandan Allah'ın sevgili kulu olduğumu düşünüyorum ben bu arada çünkü hala şükretmesini biliyorum... ileriye dönük mutlu bir geleceğe inşallah sağlıklı yada değil... ama mutlu :) Sevgiler...

14 Nisan 2014 Pazartesi

Bu yazıyı öyle okumalısın ki...

öyle bir durmalısın ki, duruşun insanlara örnek olmalı... öyle bir bakmalısın ki, insanlar bakışından anlam çıkarmalı... öyle bir konuşmalısın ki, konuşman anlaşılması gereken ile birlikte pek çok noktaya temas etmeli... öyle bir insan olmalısın ki, insanlığın unutulduğu bu dönemde insanın hala var olduğunu görmeli diğerleri... öyle bir arkadaş olmalısın ki, jargonda geçen "kanka"ya inat hala karındaşın, kandaşın ne olduğunu görmeli insanlar... öyle bir birey olmalısın ki, insanlar insiyatifin nasıl kullanıldığını görmeli senden... öyle kararlar almalısın ki, insanlar ne olursa olsun saygı duymalı kararlarına... öyle bir lider olmalısın ki, umutların tükendiği yerde fikirlerinle, inancınla parmakla gösterilen kişi olmalısın... öyle bir adaletin olmalı ki, din, dil ırk göz etmeksizin insanlığından dolayı hak edene hak ettiğini vermelisin... öyle bir inancın olmalı ki, karşılıksız vermelisin her daim... öyle korkusuz olmalısın ki, her dakika bir şeylerin mümkün olması durumunu biliyor olmana rağmen başın dik bir şekilde ilerlemelisin yolunda... öyle mükemmel falan olmana gerek yok ama öyle mütevazi olmalısın ki, mutlu olmak ve mutlu edebilmek adına hoş görü ile ve sağ duyu ile yaklaşabilmelisin... öyle sevgi dolu olmalısın ki, sokakta yaşayan bir hayvandan, dalından düşmüş bir çiçeğe kadar verebilmelisin sevgini her canlıya... öyle hazırlıklı olmalısın ki bu hayata, iyinin de kötünün de insandan geldiğini bilmelisin... öyle iyi sentezleyebilmelisin ki, hayatın bir satranç masası gibi olduğunu ve bir sonraki hamlenin ne zaman geleceğini iyi biliyor olmalısın... ve okumalısın... öyle iyi okumalısın ki, Kur'andaki ilk ayetin "OKU" olduğunu bilmelisin, öyle okumalısın ki her baktığını, gördüğünü, duyduğunu kısacası 5 duyu organın ile okumayı, zihnin ile okuduğunu yorumlamayı biliyor olmalısın... hayat detaylarla doludur ya hani... hiç bir detayı atlayamazsın... okumalısın... hemde öyle okumalısın ki, bilmelisin zamanın bilginlerinin şakralarını nasıl açtığını... Bilmelisin her şeyden biraz biraz... ama en iyi yaptığın tek bir şey olmalı diğerlerinden daha iyi yaptığın... bilmediğin hakkında "bilmiyorum" diyebilmelisin kolayca ama bildiğin konu ile alakalı da savunmalısın sonuna kadar... öyle sabırlı olmalısın ki, okuduğun onca şeye rağmen hala benzerlerini okuyabilmeli ve hayatın süregelen sıkıntılı tüm süreçlerine rağmen göğsün dimdik inancınla devam etmelisin yoluna... öyle güzel gülmelisin ki, insanlar senin gülüşün ile mutlu olmalı...

29 Ağustos 2013 Perşembe

Öğrendim Ki...


Öğrendim ki... 
Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız. 
Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, 
Gerisini karşı tarafa bırakırsınız. 
Güveni geliştirmek yıllar alıyor, 
Yıkmak bir dakika.
Hayatında nelere sahip olduğun değil
Kiminle olduğun önemli.
Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün
Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
Kendini en iyilerle kıyaslamak değil
Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
İnsanların başına ne geldiği değil
O durumda ne yaptıkları önemli.
Ne kadar küçük dilimlersen dilimle
Her işin iki yüzü var.
Olmak istediğim insan olabilmem
Çok vakit alıyor.
Karşılık vermek
Düşünmekten çok daha basit.
Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek
Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.
'Bittim' dediğin andan itibaren
Pilinin bitmesine daha çok var.
Sen tepkilerini kontrol edemezsen
Tepkilerin hayatını kontrol eder.
Kahraman dediğimiz insanlar
Bir şey yapılması gerektiğinde
Yapılması gerekeni
Şartlar ne olursa olsun yapanlar.
Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
Bazı insanlar sizi çok seviyor
Ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.
Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz
Bazıları hiç karşılık vermiyor.
Para ucuz bir başarı.
En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.
Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları
Kaldırmak için elini uzatır.
İki insan aynı şeye bakıp
Tamamen farklı şeyler görebilir.
Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.
Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar
Daha uzun yol yürüyor.
Hiç tanımadığın insanlar,
iki saat içinde,
senin hayatını değiştirir.
Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.
Duvarda asılı diplomalar
İnsanı insan yapmaya yetmez.
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.
Karşısındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin
nereden geçtiğini bulmak zor.
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez.
Gerçek aşkların da!
Tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok,
Ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Aile hep insanın yanında olmuyor.
Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil.
Ne kadar yakın olursa olsunlar
En iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir.
Onları affetmek gerekir.
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor.
Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın
Dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Şartlar ve olaylar,
Kim olduğumuzu etkilemiş olabilir.
Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
İki kişi münakaşa ediyorsa,
Bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Her problem kendi içinde bir fırsat saklar.
Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Öğrendim ki...
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor...

21 Ağustos 2013 Çarşamba

insanların hak ediş ve değer kavramları adına...

insanların hak ediş ve değer kavramları adına;
insanlar hata yapan varlıklar olduğu için, kimse karşısındakinin gerçek değerini bilemez.
tavan değere ulaşana kadar değer verilir, verdiğiniz değer zamanla optimum değere inecektir.tepe noktası eğer alçaktaysa, bu optimum değere inme süreci eğer karşıdaki kişi iki yüzlü cıvık bir şahıs ise hızlı olur, eğer karşıdaki yüzünüze sürekli gülen "akıllı bir parmakta oynatıcı" ise bu değerin optimum değere inmesi daha uzun vakit alır. Değersizliği anlamanız er geç olacaktır, mühim olan kendinizi hiç bir insana haddinden fazla kaptırmamanızdır. ...ki değer veren insanların kendileri olduğu için ve kimse zorla kimseye değer vermediği için bir nevi bunu kendi kendine çözmelidir... genelde gereğinden fazla değer verdiğimizi düşünmeye başladığımız kişi aslında bir zamanlar şu ankinden daha fazla değer vermeyi göze aldığımız kişidir. 
Bir başka yoruma göre; 
insanın şaşkın düşünceler içinde kime, nasıl, tam olarak nereden başlayacağını bilmeden kızmasına yol açan durumdur. onca değer verdiğin insan bir başkası olmuştur bir anda ya da o hep bir başkasıdır da siz bunu yeni farketmişsinizdir. bir süre daha inkar edersiniz, kendinizden şüphelenirsiniz, konduramazsınız, o güzel insanın bunları yapmasını kabullenemezsiniz. ama ne var ki günün sonunda elde kalan onun öküzlüğü ve sizin alt üst olmuş dengeniz, yıpranmış sebep arayan bakışlarınızdır. o aynı şekilde devam ederken hayatına siz değişmişsinizdir bir şeyler öğrenmişsinizdir mutlaka ama hiç de tercih etmediğiniz bi yoldan. ve korkmuşsunuzdur. değer vermek korkutmuştur artık sizi. doğrusunun vermemek olduğuna inanırsınız çünkü hatalı olan sizsinizdir.o küçücük beyni sizin kendinizden şüphe etmenize yetmiştir.uzaklaşırsınız insanlardan, birine güvenmek size göre değildir artık. şunu da çok iyi biliyoruz ki güvenmeden iletişim kurmak imkansızdır koşulsuz güvenme esasına dayanan bir iletişim türü seçilmeli kaybedenin giden olduğu kalanın kalan sahalarla mutluluğa ortak olduğunu biliyor olmalıyız... Koskocaman yüreklere sığdırılmış yoğun sevgi insanlarıyız. herkese yetecek kadar sevgimiz mevcuttur yeter ki alsın insanlar. sevgiyle... 

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Ezgime...

seni çok sevdiğim için seninle sevgili olmak istemedim ben, çünkü sevgili olunca bir şeyler yaşayacaktık, paylaşılmışlıklar olacaktı aramızda ,ilişkimizde bir şeyleri tüketecektik, zamanla içimizde bir şeyler soğuyacak ve tutkumuz sönecekti. oysa seninle sevgili olmasaydık sen hep yıllardır aklımda olan o güzel, narin, temiz Ezgim olarak kalacaktın ve bu büyü hep devam edecekti, ne kadar başka hayatların içine girsekte, başka kimselerle ilişkiler yaşasakta sen bir şekilde hatırımda olacaktın, kimi zaman küçük zaman dilimleri içinde de olsa sana dair bir şeyler bana seni hatırlatacaktı ve seni sürekli sevmeye devam edecektim. belkide bu yüzden korkuyordum seninle yeniden bir ilişki yaşamaya. o büyünün o güzelliğin bir gün bitebilme ihtimali bile beni bitirmeye yetiyordu. bir gün çıkıp geldin ansızın. o hayallerimdeki saf temiz hisler, o koku yeniden canlandı bedenimde. bakışın dokunuşun hiç bu kadar gerçek olmamıştı. seni yaşattığım temiz hayalimdeki gibi hala tap taze ve hala tertemiz seviyorum Ezgim. Yani ben seni her şeyden çok seviyorum benim bir tanecik Nişanlım... İyi ki varsın...

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Arkadaşlar bir dakikanızı alabilir miyim?

Arkadaşlar bir dakikanızı alabilir miyim? 
Size de sormak istedim...
Nerede o eski arkadaşlıklar? Mahallede komşunun camlarına top atıp kırdığımızda az mı azarlanırdık arkadaşımız için...
Hani çıkarsız bir şekilde en samimi arkadaşlarımızı kollayışımız
Birlikte ağlayıp birlikte güldüğümüz o günler...
Bir simidi beraber paylaştığımız anlar
Hatırlıyor musun o zaman Dünya'nın farkında değildik 
Sanki Dünya kendi etrafında değil bizim etrafımızda dönüyordu...
Ne hatıralar bıraktık geride... Adım atmadığımız toprak parçası kalmadı belkide... Ama ne insanlar eskittik ne yollardan geçtik... yılmadık... bayramlar seyranlar farklıydı eskiden... Birlikte geçirilen onca zamana inat şimdi uzaktan bir alo bile demeyen insanlar var hayatımızda... Nedir ki insanın bir arkadaşlıktan dostluktan beklentisi... Yalnızca paylaşım kanımca... Belki kötü belki güzel anları birlikte paylaşmak güzel gelirdi insana eskiden... kimine göre hayat mücadelesi kimine göre tercih... basit bir deyiş vardı asker ocağında komutanlar bahaneler uyduran askerler için kullanırdı... ne de güzel otururdu ama o kelimeler... "mazeret g*t gibidir, herkesde bulunur..." aslında tüm bunlar yalnızca birer tercihtir... Dobra olmak vardı karşılıksız söyleme vardı... kavgalarımız olurdu belki gerekli belki gereksiz ama mutlaka bir şeyler uğruna değer yada değmez... ne kavgalar gürültüler eşliğinde geldik bu yaşlarımıza... her birimizin belkide bir birimiz üzerinde emekleri vardır... bir "merhaba" uzaktan bile gelse çok değerliydi bizim için...
Bir dakikanızı daha alabilir miyim?
her şeye rağmen en azından arkadaşlıklarımız içtendi
Samimiydik üç kuruş için birbirimizi yediğimiz olmamıştı hiç, Satışa gelmezdik hiç bu günkü gibi..
Yada kendi menfaatimizi düşünüp arkadaşımızı ateşe attığımız görülmezdi..
Oysa her şey ne kadar değişti,
Üzerinde rakam olan kağıt parçaları daha önemli olmuştu arkadaşlıklardan
O kağıt parçasıydı kardeşi bile kardeşe kırdıran 
Bütün güç onda toplanmıştı adeta, 
Barışa arkadaşlığa saflığa gölge düşürmüştü o kağıtlar 
Savaşlar toprak için değil para için çıkar olmuştu, hep daha fazlasını istediler
Hani şu gözünü Asya'ya, Afrika'ya, Ortadoğu'ya diken büyük liderler..!
Dinlerini, İdeolojilerini üç kuruşa satanlar, dostluğu maddiyatla ölçenler,
Maddiyat gözlerini o kadar boyadıki ne arkadaşlık, ne kadın, ne çocuk tanıdılar..
Kayıtsız kalamazdık, biz insandık, biz arkadaştık 
Her şeyimizi alsalar bile, kimsenin gücü bizi ayırmaya yetmez yetmemeli
Biz doğduk arkadaştık, ölene kadar da arkadaş kalacağız..
Bu bazılarının işine gelmese bile...
Böyle düşünmek bile güzel ütopya kalsa bile...!
Hani belki dediğimiz gibi çocuklarımız amca, teyze diyecek bizlere o zamanları da göreceğimiz hayallerimiz vardı... hala olup olmadığı hakkında çok söz söylemek mümkün olmasa bile hayatın insanları uzak bıraktığı gerçeği... mazaretlerin bahenelerin arkasına insanların sığındığı gerçeği belkide asla değişmeyecektir... kafamızı gömdüğümüz sanal dünyadan birbirimize merhaba der olduk... bu kadar değerliyiz birbirimiz için değil mi? an itibariyle kapıya gelen bir dostun merhaba ben geldim demesi yada kardeşim deyip sarılması? ne olduğunu anımsıyorsunuz değil mi? bazen fazla mı duygusal bakıyorum arkadaşlıklara diye düşünüyorum... yada değer yargılarım neticesinde insanlara fazla mı değer veriyorum diyorum... elbette her insanın fikir ve düşünceleri var belkide ortak görüşümüz eskisi kadar birbirimize zaman ayırmadığımız olabilir... bazılarımız bir telefon tuşuna basmaktan bile uzaklarken... yada başka ortamlarda zaman geçirmeyi tercih edebiliyorken biz bir araya gelip kırgınlıklarımızı bile dile getiremeyecek kadar uzaklaşmışız bir birimizden... ne kadar uzaklardayız değil mi... belki kıtaların ayrı oluşu yada farklı semtlerde oturmamız, belki burnumuzun dibindeki insanları bile aylarca göremediğimiz oluyor... oysa hayalimizdeki düşünce ve fikirler bunlardan çok daha fazlasıydı eskiden... bizler mahalle kültürünü bire bir görmüş insanlarız... komşuluğun ne olduğu bilir, sokakta üstümüzü kirlettiğimizde annemizin bize ne diyeceğiniz kestirebilen insanlarız... bizler yeni nesile yada kuşağa göre çok daha şanslı insanlarız... pek çoğumuz yeni bir arkadaş daha sokmuyoruz hayatımıza... elimizdekilerin değeri bilmemiz gerektiğini düşünüyoruz... peki bir birimize bunca değer veriyorken neden bu derece uzağız? 
Evet gene çok konuştum sanırım son bir kaç dakika daha olsun madem... kimse sütten çıkmış ak kaşık değil biliyorum... herkesin hataları yada yanlış düşündükleri olabilir... pekala içimizde büyüttüklerimiz ya bizi zehirlerse zaman içerisinde? Özlediğimiz değerler var arkadaşlarım... en kısa zamanda yeniden hep birlikte olmak dileğiyle... sevgilerimle... zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim... okumayıp salla diyenlere yada yarısında sıkılanlara da teşekkür ederim... her şeye rağmen seviliyorsunuz...